Aşağıdaki cümleyi hepimiz defalarca duymuş, belki kendimiz de defalarca kullanmışızdır:
"Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?"
Hatırlayın... Gençken okuldan gelip bazen oyuna veya derslere dalardık. Annemiz hışımla akşam sofrasını kurarken bir taraftan da sinirli bir şekilde söylenirdi:
- Sabahtan beri canım çıktı. Bari sofrayı kurarken mutfaktan iki tabak da sen getir. Bana hiç acımıyorsunuz.
- Derse dalmışım farkedemedim özür dilerim anne. Keşke seslenseydin.
- Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?
..........
Hatırlayın... Eşlerden biri diğerine sinsi sinsi şu soruyu sorar:
- Bugün annemin doğum günüydü. Aradın mı zahmet edip?
- Ah hayatım öyle yoğun ve yorucu bir gün geçirdim ki, inan aklımdan çıkmış. Keşke hatırlatsaydın; ayıp da oldu annene.
- Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?
..........
Hatırlayın... Köşedeki koltukta gazetesini okuyan baba veya kazak ören kayınvalide ağzının içinde mırıldanır:
- Ağzım dilim kurudu. Ne bir çay var, ne bir kahve...
- İstedin de yapmadım mı?
- Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?
..........
Beklentilerin içeride saklanıp dışarı vurulmaması, her zaman yukarıdaki örnekler kadar masum olmayabilir. Büyük kavgaların, hicranlı ayrılıkların en büyük nedenlerinden biri de, bu içeride saklanıp saklanıp son dakikaya kadar dışarıya vurulmayan "beklentilerdir". Son dakika geldiğinde ise, titizlikle karınlarda saklanılan "beklentiler" bütün safrasıyla birlikte karşı tarafın suratına kusulur. Film de orada kopar zaten...
Bu davranış biçimi, içinde yüksek bir "ego" barındırmakla beraber aynı zamanda karşı tarafı "test etme ve sınava sokma" amacını da içerir. "Hele bakayım beni ne kadar önemsiyor" veya "hele bakayım beni ne kadar seviyor" sorularının en net cevaplarının bu şekilde alınabileceği sanılır. Ama, neticede bu yöntemle kimse üzüm yemiş olmaz, bağcıyı dövmekle kalır.
İçeride saklanmayıp test amacı güdülmeden dışarı vurulan beklentiler, karşı tarafça yerine getirilse de getirilmese de ilişkilerde büyük bir tahribat yapmayabilir. İte kaka, tartışa tartışa, bağrışa bağrışa bir ortak nokta bulunma ihtimali, bu yöntemde çok daha yüksektir. Ama şişirilen egolarla, test etme güdüleri ile, iç dünyada beslenip büyütülen zanlarla ortak noktayı bulma ihtimali çok zayıftır. Hatta bazen imkansız hale gelebilir.
Peki insanlar bu saçma sapan yöntemi neden tercih ederler?
Çünkü bu yöntem, emek gerektirmeyen, statik olarak uzaktan izlemenin yeterli olduğu, sadece ego şişirmeye yarayan kolaycı bir mahiyete sahiptir. Bu yöntemi benimseyenler, oturdukları yerden beklentilerini karınlarında biriktirirler, bol bol zanda bulunurlar, ileride kuracakları acımasız mahkeme için tırnaklarını bileyleyerek sınav sorularını hazırlarlar. İlişkiyi sağlıklı devam ettirme düşüncesi yerine, karşı tarafı "mat etme" veya "ona gol atma" düşüncesi ile sinsi sinsi beklerler.
Beklentileri karşılatmak ve ilişkiyi test etmek için uygulanacak diğer yöntemler ise "emek" gerektirir. Mücadele, dürüstlük, samimiyet gerektirir. En önemlisi de, "ilişkiyi sağlıklı sürdürme" niyeti gerektirir.
"İlişki" kelimesinden de sadece evlilikleri veya benzeri birliktelikleri anlamamak gerekir. Evlat ebeveyn, usta çırak, ticari ortaklar, kardeşler, patron işçi ve benzeri tüm insani ilişkilerin sağlıklı yürümesinde, yukarıda yazdıklarımın büyük önemi vardır.
Hiçbir insani ilişkiye "ego şişirme" veya "üstünlük kurma" enstrümanı olarak bakılmamalıdır. Elbette ki beklenti içinde olmak ayıp değildir. Herkesin herkesten beklentisi olabilir; belki de olmalıdır. Ancak, beklentileri karşı tarafa iletmek "bekletmeden" olmalıdır.
Ayrıca her beklenti muhakkak karşılanmayı da gerektirmez. Bazı beklentilerin karşılanmaması belki de daha iyi sonuçlar yaratabilir. Dolayısı ile taraflar, bunu tartışabilecekleri bir zaman dilimine ihtiyaç duyulabilirler. Beklentiyi karnında bekletip sonradan kusanlar ise, bu zaman diliminin barış için kullanılmasına asla müsaade etmezler. Çünkü bu hasta ruhların bildiği tek şey vardır:
"Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?"
Mustafa Orhan METİN - 2024