Dört kitap

Milimetrik Atölye web sitesinin bir bölümünü de, kutsal olarak tanımlanan dört kitabın Türkçe mealleri oluşturmaktadır. İnternet ortamında bu bilgilere ulaşmanın pek mümkün olmadığı yıllarda, bu mealleri text olarak yazmam yaklaşık 6 yılımı aldı. Hiç durmadan gece gündüz yazarak değil tabii ama, belli bir disiplin içinde hergün bir miktar yazarak hepsini tamamladım.

Ben bu mealleri neden araştırma gereği duydum ve text olarak hazırlayıp neden insanların bilgilerine sundum? Neyi hedeflemiştim ve bunca zahmete girmemin esas nedeni neydi?

Öncelikle belirtmem gerekir ki, bu kitapları öğretmek veya içlerinden birinin reklamını yapmak amacını gütmedim. Dinler arası diyalog, mezhepler arası uzlaşma ve benzeri hedeflerim de hiç olmadı. Dini analizler yapmak gibi uzmanlık isteyen çabalara da girmedim; giremezdim.

Ancak öteden beri merak ettiğim bir konu vardı. Tarih boyunca insanlar neden birbirlerini kıyasıya öldürdüler ve hala da öldürmeye devam ediyorlar? Bu kan dökme sürekliliğinin esas kaynağı ne olabilir?

Bu konuyu araştırırken, yoğun olarak "savaşların esas kaynağının dinler ve mezhepler olduğu" iddiasına rastladım. Bu iddiayı o kadar çok kişi dillendiriyordu ve bu iddia bana o kadar "olmaması gereken" bir şey gibi gözüküyordu ki, vakit ayırıp bizzat araştırma gereği duydum.

Okurken ve yazarken sık sık umutsuzluğa düştüm. Çünkü anlamakta çok zorlandım. Hatta şu anda dahi kitapların çok büyük kısımlarını anlayamadığımı, bağlantı kuramadığımı, analiz yapamadığımı itiraf etmeliyim. Tarihsel bilgiler veriliyor, bir sürü insandan bahsediliyor, türlü türlü davranış şekilleri tarif ediliyor. Emirler, yasaklar, tavsiyeler, korkutmalar, müjdeler, ödüller, cezalar, hisseler, kıssalar, övgüler, kınamalar ve benzerleri, iç içe geçmiş şekilde, hem de defalarca tekrarlanarak veriliyor. Bunlar "anlaşılmazdır" demek istemiyorum, ama benim bir çok bölümü anlayamadığım da bir gerçek...

Muhakkak bunların tarihsel bağlantıları ve bu bağlantıları kullanarak tefsir yapan bilim insanları vardır. Ben o bilim insanlarından değilim. Ayrıca bu metinlerde insan parmağı var mıdır, yoksa değiştirilmeden günümüze kadar gelmiş midir, kaynağı Tanrı mıdır yoksa değil midir tartışmalarının tümü, benim bu araştırmamın konusu hiç olmadı. Dolayısı ile metinlerin tümünü anlama çabasını sonraya bırakarak, bana lazım olan şeyleri aramayı sürdürdüm. Sonunda çabalarım meyvesini verdi ve anlayacağımı anladım.

İlk farkettiğim şey, semavi kitaplar adı altında anılan kitapların hiç birinin, kendisine vahyedildiği iddia edilen peygamberlerin sağlığında iki kapak arasına alınıp, bugün anladığımız anlamda ciltli bir kitap haline getirilmemiş olması... Peygamber yoktur, vahiy inmemiştir, ayetler insanlar tarafından uydurulmuştur ve benzeri bir iddiam yok ve olamaz da... Bunların hepsi birer uzmanlık veya itikad konusudur. Ama bu kitapları anlamaya çalışırken, kitapların içeriğinde "bu vahiyler bütününü şu şu şekilde ve şu yöntemlerle ciltleyin ve kitap haline getirip insanlara sunun" şeklinde bir emire de rastlamadım. Bu emir olmamasına rağmen, "artık dininizi kemale erdirdim" mealindeki cümle de ayrıca çok dikkat çekici... Ciltli bir kitap önerilmiyor, emredilmiyor ama dinin tamama erdirildiğinden söz ediliyor. Sık sık bir "kitaptan" söz ediliyor ama, o bahsedilen kitabın bugün insanların ellerinde olan kitaplar olmadığı çok açık.

Acaba çok genel prensipler içeren, öldürmeyin, çalmayın, yalan söylemeyin, yoksulluğa meydan vermeyin, komşunuzu kendiniz gibi bilin, zina etmeyin, yalan şahitlikte bulunmayın, haksızlık karşısında susmayın ve benzeri emirler vaazeden "metafizik" bir kitap mı bu bahsedilen? Yaşam eğer bir karma ise, sınav soruları bu metafizik kitapta mı yazıyor? Sınav soruları belli zaman aralıkları ile insanlara bir şekilde hatırlatılmış mı?

Bir örnek üzerinden yürümek istiyorum: "Mecbur değilsen, öldürmeyeceksin..!"

Bu cümle, dört kitabın dördünde de satır aralarında net bir şekilde verilmiş. Lafız olarak verilmiş, mantık olarak verilmiş, anafikir olarak verilmiş, ama bir şekilde verilmiş. Kan dökmekten, öldürmekten, saldırmaktan da sıklıkla bahseden bu kitaplar, ortak olarak bu cümleyi de insanların kulağına fısıldamış neticede... Çelişkili gözüken yerlerin açıklamalarını bu konularda uzmanlaşmış bilim insanlarına bırakarak, bu cümle üzerinde durmak istiyorum. Çünkü kutsal kitaplarında böyle bir cümle bulunuyor iken, özellikle dindarların din adına birbirlerini öldürmeleri izah edilebilir bir şey midir? Mesela sizce şöyle bir diyalog mantıklı mıdır?:

- Merhaba benim adım Alex... Hristiyanım ve dindarım.
- Merhaba benim adım da Ahmet... Müslümanım ve dindarım.
- Biliyor musun benim kutsal kitabım İncil'de "mecbur değilsen asla öldürmeyeceksin" mealinde bir emir var.
- Aaa benim kitabım Kuran'da da benzer cümleler ve emirler var.
- Öyleyse çek kılıcını, keselim birbirimizi.
- Ya Allah Bismillah Allah-u Ekber.

Ne bu şimdi? Olabilecek bir şey gibi gözüküyor mu size? Yoksa arka planda gözükmeyen ve saklanan başka şeyler mi var?

Elbette ki başka şeyler var. Egemenlerin, kralların, sultanların, feodal yapı sahiplerinin, ruhbanların ve benzerlerinin halklar üzerindeki planları, görünenin aksine çok daha sinsice ve çok daha acımasızdır maalesef...

Egemenler, öncelikle kutsal sayılan kitapları fellik fellik gizlerler. Dikkat çekmemek için bunları sandıklara kilitleyerek saklamazlar. Orta yerde bırakırlar ama anlaşılmaması ve içeriklerinin bilinmemesi için bütün önlemleri alırlar. Amaçlarına uygun tefsirleri yaygınlaştırmak için "din adamları" teşkilatları kurarlar. Latince, Arapça veya İbranice metinleri kendi halklarının diline tercüme ettirmezler, ettirseler bile tefsirlerin sinsi amaçlara uygun yapılmasını sağlarlar.

Eğer bunları yapmazlarsa, haçlı seferlerini düzenlerken veya Viyana önlerine giderken, savaşacak personel bulamazlar. "Haydi müslümanları kese kese Kudüs'e gideceğiz" emrine karşılık, "bizim dinimizde mecbur kalınmadıkça öldürmek yasaklanmıştır" cevabı verilirse kral kıçının üstüne oturmaz mı? Veya "yürüyün kafirleri keserek filan ülkeyi alacağız ve vergiye bağlayacağız" emri karşısında müslümanlar, "hoop toprak genişletmek veya vergi geliri sağlamak için kimseyi öldüremeyiz" derlerse, sultanın eli kucağında kalmaz mı?

Günümüzde de durum farklı değil ve insanın insanı öldürmesi maalesef sonlanmadı. Çünkü egemenlerin egemenliklerini devam ettirebilmelerinin yolu, insanları birbirine düşman etmekten ve insanı insana kırdırmaktan geçiyor. Ülkelerin ele geçirilmesinde de, apartman yönetimini seçerken de, belediye başkanını belirlerken de, sendika içi savaşlarda da, parti yönetimlerinin çekişmelerinde de, başbakan seçimlerinde de, insanın insanı kırıp geçirmesi taktiği, hala en kullanışlı yöntem...

Egemenler böyle de, halk ne durumda acaba? Örnek olarak Milimetrik Atölye web sitesindeki istatistikleri ele alalım. Mesela türkü dinlemek için ilgili sayfayı tıklama sayısı 300 iken, dört kitabın manasına bakmak için ilgili sayfaların tıklanma sayısı 1 bile değil. Anlayacağınız, alan memnun satan memnun. Bu durumda bana da halt yemek düşüyor ne yazık ki... :)

Yazımı sonlandırırken, dört kitapta "öldürme" meselesi gibi satır aralarına gizlenmiş tespitlerimi sıralamak istiyorum. Dördünde de bunların apaçık ifadelerle bulunması, fakat bunların hiç birinin insanlığın önceliğinde yer almaması ve umurunda bile olmaması bana gerçekten çok ilginç geliyor.

- Nefsi müdafa dışında hiç bir canlıyı öldürmeyeceksin,
- Sana ait olmayana el uzatmayacaksın,
- Konuştuğunda mutlaka doğruyu söyleyeceksin,
- Zina etmeyecek, para karşılığında seks satın almayacaksın,
- İhtiyacın dışında mülk biriktirmeyeceksin,
- Savaşa, sınıra, sınıfa, sömürüye ve saldırganlığa hayatın boyunca karşı duracaksın.

Nasıl? Cennet tasfiri gibi değil mi? Böyle bir tasfiri Tanrı yapmış veya Tanrı yapmamış da İsa yapmış, sonuç açısından nasıl bir fark doğurur ki..?

Ortalama 80 senelik ömrümüzde sadece bunlara odaklansak bile, inanın vaktimiz yetmeyebilir. Buna rağmen, böyle apaçık prensipleri gözetmek yerine muğlak mevzularda şeyhülislamlık veya papalık taslamamızın pratik bir faydası var mı? Topu sürekli taca atmamızın, insanoğluna ve ekolojiye toplu iğnenin ucu kadar bir faydası dokunmuş mu bugüne kadar?

Mustafa Orhan METİN - 2017

Bu deneme yazısını paylaşabilirsiniz.

Diğer deneme yazıları