İmkan olsa da gelmiş geçmiş tüm doktorlara "bu mesleği bilerek, isteyerek ve planlayarak mı seçtiniz" sorusu sorulabilese, süphesiz hepsinden "evet" yanıtını alamazdınız. Bir kısmı "evet" dese bile, bir kısmı mutlaka "hayır" diyecekti.
Aynı şey mesela marangozlar için de geçerlidir. Gelmiş geçmiş tüm marangozların bir kısmı mesleklerini bilerek, isteyerek ve planlayarak seçmişken, bir kısmı da şu veya bu nedenle seçmek zorunda kalmışlardır.
Mühendisler, kalaycılar, terziler, müzisyenler, kasaplar, bakkallar, hukukçular ve buraya yazmakla bitmeyecek binlerce farklı meslek sahibi, soracağınız bu soruya hep bir ağızdan asla aynı yanıtı vermezler. Bu, şaşılacak bir sonuç da değildir. Çünkü karakter ve meslek uyumu diye bir şey vardır ve her insan kendi karakterine uygun, icra ederken mutlu olacağı bir mesleği seçebilmeyi en azından hayal etmektedir.
Ancak bunun tek bir istisnası vardır. Daha doğrusu bir meslek vardır ki, bu açıdan diğer mesleklerin hiç birine benzemez. Bu meslek, fahişeliktir.
Tüm insanlık tarihinde fahişelik mesleğini icra eden tek bir kişi dahi, "ben bilerek, isteyerek ve planlayarak fahişe oldum" demez. Çünkü bu meslek, köleliğin tüm özelliklerini taşıyan, insan onurunu yok eden, içinde acı, ızdırap ve çaresizlikten başka hiçbir şey barındırmayan bir meslektir. "Ağa düşürülmesini" kolaylaştıranlar olmuştur elbet; ancak bu, "ağa düşürenler" açısından bir mazeret kabul edilemez.
Bazı toplumlarda göğüs dekoltesi, mini etek, sakız çiğnemek, argo konuşmak, göz süzmek, sık sık karşı cinsten arkadaş değiştirmek ve buna benzer onlarca davranış şekli ölçü alınarak ona buna "orospu" yaftası yapıştırılır ama, bu yazımda değindiğim mesele, doğrudan doğruya geçimini fahişelikle sağlayan, vücudunu kiralayarak hayatını idame ettiren insanların meselesidir.
"Kölelik kaldırıldı" diye böbürlenen insanoğlu, boş yere hava atmaktadır. Çünkü fahişelik denilen sektör var oldukça, köleliğin kaldırılmış olmasından sözetmek, içi boş bir söylem olmaktan ileriye gitmez.
Elbette ki bu sektörün sürdürülmesinden yana olan insanlar hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Köleleri çalıştırıp gelir elde eden her köle sahibi gibi, bunlar da ceplerini doldurmaya devam etmek isteyeceklerdir. Bu, anlaşılır bir şeydir. Anlaşılması zor olan, bu sektörden para kazanmayan, hatta bu sektörle hiçbir alış verişi olmayan diğer insanların, konuya ilişkin kurdukları tek bir cümlenin bulunmamasıdır.
Alkol, uyuşturucu, kumar, rüşvet, irtikap, faiz, köle, cariye ve benzeri konularda ahkâm kesenlerin, yasa çıkartanların, tüzük düzenleyenlerin, parti programı yazanların, fahişelik sektörü konusunda çıkardıkları tek ses maalesef "tıss" tır.
Sosyalistler işçileri modern köleler olarak adlandırırken, fahişelik sektörü için neden etkin bir cümle kurmazlar, bu konunun üzerinde neden ısrarla durmazlar? Yürüyüşler yapmazlar, kitaplar yazmazlar, yeri göğü birbirine katmazlar; neden?
Dindarlar neden meyhanelerin aleyhinde oldukları kadar kârhanelerin aleyhinde değildirler. Ayasofya açılsın diye gün aşırı yürüyüş yaparlar da, neden devlet ruhsatı ile işletilen "genelevler kapatılsın" diye tek bir adım atmazlar?
Atatürkçüler neden sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısına övgüler düzerken, devlet tarafından "işçi" kabul edilen ve sigortası ödenerek çalıştırılan genel ev kadınları için bir el broşürü bile bastırıp dağıtmazlar.
Aleviler ellerine, bellerine, dillerine sahip çıkarken, köleliğin tüm özelliklerini taşıyan bu sektörün "zavallı ve çaresiz sermayeleri" için, sazlarının tek teline bile vurmazlar?
Bana hiç kimse, "bu bir ihtiyaçtır" şeklinde cümle kurmasın. Böyle bir cümle kuranın, ben de kalbini kırarım. Yemek de bir ihtiyaçtır ama, aç olduğu için iki dilim baklava çalan çocuğa "hırsız" demekten imtina etmiyoruz. Öyle ise neden erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamanın vazgeçilmez bir yolu olarak sadece fahişelik sektörünü işaret ediyoruz?
Ağır cezalar bile konulsa, sektörün "merdiven altı" olan kısmını belki tümü ile bitirmek pek mümkün olmaz. Ama en azından devletin ruhsat vererek bu sektörün bir ucundan tutulmuş olmasına karşı çıkmamız gerekmiyor mu?
Bundan 25 küsur sene önce dönemin başbakanı Sn. Süleyman Demirel'e konu ile ilgili olarak şu soru sorulmuş: "Devlet ruhsat verdiği genelevleri kapatıp, orada çalışan hayat kadınlarına iş imkanı sağlamayı düşünür mü?" Başbakanın bu soruya verdiği cevaba bakın: "Genelevleri kapatalım da millet bize mi yürüsün?"
Bu yanıt doğruyu yansıtmaz. Bir istatistiğe göre, ülkemizde cinsel ihtiyacını gidermek için sürekli geneleve giden erkek oranı %25'i geçmemektedir. Geri kalan %75 başbakana mı yürümektedir? Yoksa yollarda, tenhalarda birbirlerini mi taciz etmektedirler? Elbette ki hayır. Hayatın normal akışı içinde, her içgüdüsel ihtiyacın mutlaka giderilmesi gerektiği diye bir kural da yoktur. Soğukta üşüdüğümüzde vitrin camlarını mı kırıyoruz? Her karnımız acıktığında ve paramız yoksa lokanta tezgahlarına mı dalıyoruz? Devletin ruhsat verdiği genelevlerin olmadığı illerimizdeki taciz tecavüz olayları, ruhsatlı geneleve sahip illerimizden daha mı fazla oluyor?
Bunların hepsi şehir efsanesidir. Sektörün ayakta tutulmasına ve sermaye adı verilen zavallı kadınların "ağa düşürme" operasyonlarına meşruluk kazandırma söylemleridir. Unutmayın ki, piramitleri kölelere inşaa ettiren firavunların da mutlaka buna karşı geliştirdikleri söylemleri vardı.
Dünyayı "cennet" yapma amacındaki ey insanlar..! Yoksulluğu ve köleliği tümü ile ortadan kaldırmadıktan sonra hiçbir yeri cennet filan yapamazsınız. O pamukları kulaklarınızdan çekin lütfen... Fahişelik sektörüne karşı net bir duruş sergilemedikten sonra da, "biz köleliğe karşıyız" yalanını lütfen söylemeyiniz.
Kendi anne, bacı ve kızları söz konusu olduğunda "namus" bekçisi olan kahraman erkekler... "Ağa düşürülmüş" başkalarının annesi, bacısı ve kızı olan fahişeler konusunda neden bu kadar sessizsiniz?
Namus kelimesinin etimolojik kökeni, bildiğim kadarı ile eski Yunan'daki "nomus" kelimesidir. "Verdiği sözü tutma" anlamına gelir. Tanrı'ya inandığını söyleyen dindar ve kahraman namus bekçileri, siz inandığınız Tanrı'ya böyle ikiyüzlü bir söz mü vermiştiniz?
Mustafa Orhan METİN - 2001