Yoksulluğun, çaresizliğin ve umutsuzluğun reklamı yapılır mı? "Yoksulluk şahane bir şeydir" temalı hikayeler yazılıp filmleri çekilebilir mi?
Hemen "hayır" demeyin. Eski Yeşilçam filmlerinde bu bilinç altı kurgulamalar çok ustalıklı bir şekilde senaryoların içlerine giydirilmiştir. O filmlere dikkatli bakarsanız, üstüne basa basa böyle bir reklamın fütursuzca yapıldığını görürsünüz. Egemen sömürücü güçler bu konuda Yeşilçam'ı tepe tepe kullanmışlar, yoksulun yoksulluğundan, çaresizin çaresizliğinden, umutsuzun umutsuzluğundan şikayet etmemesi için izleyicilerin bilinç altlarına dantel dantel işlemeler yaptırmışlardır. İşe yaramış mıdır? Maalesef evet..!
Fabrikatör Hulusi Kentmen'i gözünüzün önüne getirin. Aşçısı, dadısı, hizmetçisi, şöförü, bahçevanı olan, oda sayısı belirsiz bir köşkte yaşayan, son model makam arabasına binen, çocukları üstü açık Chevrolet ile İstanbul'da fink atan, yediği önünde yemediği ardında "zengin" Hulusi…
Fakat bu Hulusi yüzü gülmeyen, derdi hiç bitmeyen, çok mutsuz bir zavallı olarak sahneye konulur. İzlerken, bu pos bıyıklı para babasının haline acırsınız.
Öte yandan, açlıktan karnı guruldayan, kirayı ödeyemediği için evinden atılıp parklarda sabahlayan, borcundan dolayı bakkalın kasabın önünden geçemeyen, çaresizlikten evlenemeyen, iş bulma umudu sıfırın altında olan, üstü başı perişan bir Sadri Alışık…
Fakat kerata son derece mutludur. Kahkahaları, muziplikleri, meyhanedeki akşam sefaları, muhteşem arkadaşlık ilişkileri içimizi rahatlatır. Ayakkabısının delikleri ile övünen, yırtık ceketine şiirler yazan bu mutluluk abidesi, neredeyse bizi yoksulluğa aşık eder.
Böylece, halkın bilinç altına sinsi sinsi şu kurgulama yapılmış olur: "Zengin ile yoksul arasındaki uçuruma aldırmayın. Zengin olmaya özenmeyin. Fukaralıktan, çaresizlikten şikayet etmeyin, umutsuzluktan ürkmeyin. Kafanızı fazla yormadan, komünistçe sorgulamalar yapmadan, efendi gibi lay lay lom yaşayın ve sonra da hayırlısı ile çekin gidin."
Öte yandan Hulusi'nin 10 liralık bir malı 8 liraya elinden alınmaya çalışılırsa, hemen itiraz eder. Ticaret adamı nutukları atıp, ekonomi dersleri vermeye başlar. Ama vapurdan inerken bavullarını taşıyan Sadri'ye "borcumuz ne kadar" diye sorduğunda ve "sen ne verirsen abi" cevabını aldığında çok memnun olur. Çünkü bu, "namuslu, sorunsuz ve terbiyeli fakir" cevabıdır. Güler yüzlü, zengine saygılı, emeğinin gerçek karşılığını irdelemeyen kanaatkâr Sadri'nin cevabı…
Filmlerde yapılan bu kurgulamanın da günümüzdeki yansımalarına bir göz atalım. Mesela bir vatandaşın kıraathanede boş oturan işsiz bir yoksula inşaatta kum taşıma işi teklif ettiğini varsayalım. İşsiz yoksulun da takdir edilen yevmiyeyi az bulduğunu, işi kabul etmediğini ve kıraathanede boş boş oturmaya devam ettiğini düşünelim. Vatandaş bu olayı ağzından köpükler saça saça bize şöyle anlatır: "Bir de işsizlik var diyorlar. Ne işsizliği kardeşim; tembel bunlar tembeeel…" Oysa işsiz yoksul, kendisine teklif edilen yevmiyeyi aylık hesaba vurup, asgari ücretin dahi altında kaldığını hesaplayıp emeğinin sömürülmesini reddetmiş olamaz mı? Elbette olabilir ve genelde de böyledir.
Hulusi malını değerinden aşağı bir fiyatla satmadığında iyi ticaret adamı, ama Sadri emeğini değerinden aşağı bir fiyata satmadığında "tembel" oluverir. Çünkü sistem, çeşitli vesilelerle bilinç altlarına bu kurgulamayı yapmıştır. Fakir de olsan, işsiz de olsan, önce efendi ve terbiyeli olacaksın. "Sen ne verirsen kabulümdür abicim" demeyen emekçi, olsa olsa anarşist komünisttir, üstelik de tembeldir.
Yoksulluğun, çaresizliğin ve umutsuzluğun en önemli insanlık meselesi olduğunu kabul etmeyen bir düşünce sistemi, hastalıklıdır. Emeğini satan birinin kendini sömürtmeme hakkını tembellik olarak gören zihniyet, zalimdir. Hulusi ve Sadri senaryoları üzerinden bu hastalığın ve bu zalimliğin reklamını yapmak ise, ahlaksızlık içeren kurnazlıktır.
Mustafa Orhan METİN - 2017