Evet sahtekârız.
Yazımın başlığındaki soruya cevap vererek başladım. Şimdi nedenini açıklamaya çalışayım.
Bir adam düşünün ki, "mesleğin ne" şeklindeki bir soruya "ben doktorum" diye cevap veriyor. Ama hiç kimseyi muayene etmiyor, bir muayenehanesi de yok, kimseye ilaç filan da yazmıyor. Adam "ben doktorum" dediğinde ona "göster bakalım diplomanı" der miyiz? Demeyiz.
Peki... Aynı adam beyaz doktor önlüğü giymiş olsa, boynuna da bir steteskop assa, önüne geleni muayene edip ona buna ilaç önerilerinde bulunuyor olsa, ona "hangi tıp okulundan mezunsun" diye sorar mıyız? Evet sorarız.
"Yoo hiç tıp eğitimi almadım" şeklinde bir cevap verirse, biz o adama ne deriz? Sahtekâr...
Elbette ki sahtekârlık sadece tıp alanında olmuyor. Aklınıza gelebilecek her konuda bu tip sahtekârlığa rastlamak mümkündür. En çok da siyaset, ekonomi, din alanlarında ortalık sahtekârdan geçilmez. Farkında olmayız belki, ama maalesef gerçek budur. İnanmayan okurlarım, bunun testini yapabilirler. Test yapabileceğiniz iki üç öneride bulunayım hemen.
İş arkadaşlarımız, komşularımız, akrabalarımız arasında "dindar" görünümlü, dindar söylemli, dini ritüel sahibi kişiler mutlaka vardır. İnancının ne olduğunun bir önemi yok. Katolik, Musevi, Süryani, Ermeni, Alevi veya Sünni hiç farketmez. Ama örneklerimi etrafımızda en çok bulunanlardan vermek istiyorum.
Size dindarlık taslayan, dindarlığını yere göğe sığdıramayan ve sürekli olarak bunun propagandasını yapan, hatta sizi de bunun eksikliği ile suçlayan bir Sünni tanıdığınızdan şunu isteyin: Kur'an metni içinden 28 surenin adını saysın ve kısaca o surelerin ana konularını belirtsin. 1000 denek kullansanız, emin olun 1 doğru cevap alamazsınız. Neden Kur'an dedim ve neden 28 rakamını önerdim? Çünkü müslümanlığın kurucu metni Kur'andır. 28 rakamı da, 114'ün hemen hemen dörtte biridir. Dikkat edin..! Kurucu metindeki 114 surenin tamamını sorun demiyorum. Hatta yarısını da sorun demiyorum. Sadece dörtte birini sorun. Asla yanıt alamazsınız. Çünkü sahtekârlık diz boyudur. Tıp fakültesinde hiç okumamış, ama boynunda steteskop ile gezen tipten bunların farkı nedir, söyler misiniz? Takvim sayfalarından okuduğu dört hadis, veya cami hocasından dinlediği beş sahabe menkıbesi ile "müslümancılık oynamak" kimin hangi yarasına merhem olur?
Atatürkçü olduğunu söyleyen, her üç cümlesinden biri Atatürk olan, sizi ise sapına kadar Atatürkçü olmamakla suçlayan bir başka tanıdığınızı karşınıza alın. Bu tanıdığınızdan da şunu isteyin: Nutuk isimli kitabında Atatürk'ün iktisadi konulara nasıl yaklaştığını, bolşevik devrimi hakkında neler yazdığını, feodal yapılar hakkındaki düşüncelerinin nasıl olduğunu anlatsın. Öyle ya; biz bir insanı en iyi kendisinin yazdığı kitaptan tanırız. Nutuk da, Atatürk'ün kendi eli ile bizzat yazdığı bir metin değil midir? Tamamını anlatmasını istemeyin. Hatta yarısını anlatmasını da istemeyin. Sadece yukarıda bahsettiğim iki üç konu hakkında Atatürkçülüğünü göstersin size, yeter. Gösteremez..! Çünkü her 1000 Atatürkçü'den belki sadece 1 tanesi Nutuk kitabının tamamını okumuştur. Piyasadaki sadeleştirilmiş 40-50 sayfalık özetlerden bahsetmiyorum. Gördüğünüz gibi bu konuda da sahtekârlık diz boyudur. Pazartesi berberde saç yaptırıp, salı günü konken masasında "Atatürkçülük oynamak" modernlik midir, çağdaşlık mıdır, ilericilik midir, Atatürk'ü anlamak mıdır? Yoksa sadece hamaset, sadece slogan, sadece üç beş cümle ve karşı mahalleye duyulan kin midir..?
Marx'ın en basit teorilerinden bile haberi olmayan "sahtekâr" sosyalistlerden ise, hiç bahsetmek istemiyorum. Burunlarının dikine giden, lo deyip ço demeyen onlarca fraksiyonun hazin tablosudur çünkü...
Başınızı ağrıtmamak için, son örneği de Alevi inancına sahip insanlardan vereyim. Oturursunuz "12 imam" derler, kalkarsınız "İmam Cafer Buyruğu" derler. Bir de onlara soralım ki, bu 12 isim kimlerdir? Ne zaman yaşamışlardır, yaşamları hakkında bir bilgiye sahip misiniz, inanç felsefeleri ne üzerine kuruludur? Asla cevap alamazsınız. Ali, Hasan, Hüseyin, Ali, Hasan, Hüseyin... diye tekrarlar dururlar. Hüseyin'den sonraki Zeynel Abidin'i de bilmezler, İmam Bakır'ı da sayamazlar. Oysa sorduğunuz şey 322 isim değildir. Sadece 12 isim soruyorsunuz. Doğrusu ben, "İmam Cafer Buyruğu" isimli kitabı çevremde okuyan birine hiç rastlamadım. Hüsniye ve Cavidan kitaplarının isimlerinin dahi bilindiğinden emin değilim. Oysa bunlar, dar anlamı ile kurucu metinlerdir. Hiç yoktur demiyorum; elbette bütün bu belirttiklerimin istisnaları vardır. Ama istisnalar o kadar az ki... Çevrenizdeki Alevi birisine siz de sorun bu soruları. Cevap alamadığınızı göreceksiniz. Çünkü orada da sahtekârlık diz boyudur. Salt "eyvallah şahım eyvallah" denilerek veya "ben Ali'yi çok seviyorum" diye haykırarak bütün bir sistem özümsenemez ve anlatılamaz. Bunun ötesi kindir, düşmanlıktır, anlaşılamamaktır.
Fikir ayrılıkları elbette olacaktır. Bu, şüphesiz devinimi de beraberinde getirir. Benim eleştirim buna değil... Eleştirim, bilgi ve bilinç sahibi olmadan fikir sahibi olunmasınadır. Bu sahtekârlıkların, sadece bir kedi köpek didişmesi doğurduğunu görmüyor musunuz?
Herkesin inancına, siyasi düşüncesine sonsuz saygımız bâkidir. Ancak bilgisizlik ve bilinçsizlik, inancın ve düşüncenin üzerini maalesef örtüyor. Kişiyi yobaz ve kindar yapan inancı değil, bilgi ve bilinç eksikliğidir. Karikatürlerde yobaz insanları başı takkeli, eli tesbihli, ayağı şalvarlı olarak çizer dururlar. Ama inanın Atatürkçü'nün yobazı da, sosyalistin yobazı da, Alevi'nin yobazı da, tıpkı Madımak Oteli'nin etrafında, yanan insanları zevkle izleyen diğer yobazlar gibidir. Yobazlar arasında, meydana getirdikleri sonuçlar açısından, toplu iğnenin ucu kadar bir fark yoktur.
Tekrar etmeliyim ki, bu yazımın konusu "inançlar ve siyasi düşünceler" asla değildir. Konu tamamen bilgi ve bilinç eksikliğinden kaynaklanan "buz gibi bir sahtekârlıktır". Kim kendini nereye ait hissediyorsa, o hissettiği yerin "kurucu bilgisine" sahip olmalıdır. Üç spot cümle ile, beş hamasi slogan ile bir yere varmak asla mümkün değildir. Sonuçta "sahtekâr" bir toplum yapısı ortaya çıkar ki, kandan, kinden, nefretten, yoksulluktan, huzursuzluktan başka geriye hiç bir şey kalmaz. Kalmıyor da...
Mustafa Orhan METİN - 2017